Bugün
29 Ekim 2014…
Sabah
görevli bulunduğum Sarıyer İlçesi Cumhuriyet
Bayramı Töreni ardından müthiş bir oyun izlemeye Üsküdar’a yetiştim. Bu sene
izlediğim oyunlar içinde bazılarına “İşte, adam gibi bir oyun.” diyorum .
Sevgili Arif Akkaya’nın yönettiği “On İki Öfkeli Adam” bunlardan birisi. Bu özel günde, en büyük bayramımızda,
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e seslenmek istiyorum: “Atam, rahat uyu,
gençlerin her zamanki gibi izinde…” “On İki Öfkeli Adam” yazım da çok
yakında… Bu vesile ile tüm okurlarımın
Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.
Bu
arada, tüm broşürlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 100
Yaşında Genel Sanat Yönetmeni Muhsin Ertuğrul yazmakta. Sevgili Erhan
Yazıcıoğlu, bu ne güzel bir harekettir, ne güzel bir jesttir, ne güzel bir yüce
gönüllülüktür…
İlk
yazdığım yazıdan bir alıntı ile devam edelim : “ Her oyunun her gecesinde yanan
mumlar çoktan bir ateş topuna döndü, sizi kuşatan sevgi kandilleri çoğaldı,
çoğaldı…”
Sayın Muhsin Ertuğrul,
Sayın Kınar Hanım, Sayın Sara Mannik,
Sayın Eliza Binemeciyan,
Sayın Rosa Felekyan,
Sayın Nurettin Şefkati,
Sayın Ahmet Muvahhit…
Alkışlar
alevi hep harladı. Sizlerle başlayan geçmiş bu sezon , Arif Akkaya, Engin Alkan
ile gelecek olmuş işte. Ruh atlaslarıyla çıkıp geldiler, tıpkı sizin gibi.
Yıllardır
tiyatro dünyasının içinden birisi olarak oyun yönetmenlerini oyun yazarının eserini oya gibi işleyerek
kendi dünyasında yorumlayan kendi dehalarını ortaya koyan ve seyirciye eseri
yansıtmaya çalışan kültür elçileri olarak görüyorum. Bu sezon bugüne kadar seyretmiş
olduğum en az yirmi oyun içinde bu yönetmenlerden Arif Akkaya ve Engin Alkan şu ana kadar
kanımca öne çıkan bu sezonun bana göre dahi yönetmenleri. Bu yazımda Engin Alkan
ve dehası benim konum. Diğer yönetmenlerle ilgili de ileride yazmaya devam edeceğim.
Bu
yazımda anlatmaya çalışacağım oyun İlk Oyun “Çürük Temel”. Oyunu dehasıyla
Engin Alkan yönetmiş. Düşünce gücünün yelpazesinin genişliği Türk Tiyatro
Tarihi’ne altın harflerle yazılacak. Yönetmen, oyunu cümle cümle, kelime kelime
değil harf harf işlemiş. Dekorun simgeselliği ise muhteşem. Değerli
okuyucularım, değerli kardeşlerim bilirler benim dünyamda da herşey simgedir.
Oyunun altyazısını, satır aralarını okumak hem de çok dikkatli okumak
gerekmekte. Bir oyun hakkında yazı
yazmadan önce en az üç kez izlerim. Bu oyunu her izleyişimde, oyunun en başında
sahneye girişlerinde oyuncularla göz göze gelemedim. Ne demek istediğimi
izlediğiniz zaman anlayacaksınız. Siz de bakışlarınızı nasıl kaçırmak
gerektiğini bilemeyeceksiniz. Oyunun ilk saniyelerinden itibaren etkisi altına
girmiştim…
Oyunun
yazarı Emile Fabré 24 Mart 1869
tarihinde Metz’de doğdu. 1915 yılında
Comédie-Française’de Genel
Yönetici oldu. 1936 tarihine kadar aynı görevde kaldı. 1895 yılında “L’Argent”
adlı oyununun sahnelendiği Theatre-Libre’in ateşli hayranlarından birisiydi. Sosyo politik eserlerinde ya Antik Yunan’ın
etkisinde kalmıştır (Timon d'Athènes, 1899) ya da yaşadığı
dönemi yansıtmıştır (Les Ventres dorés, 1905, La Maison d'argile, 1907,
Un Grand bourgeois, 1914 ). Eserleri ilgili döneme bağlı olarak tanıklık
görevlerini yerine getirmiştir. Yönetmen olarak da çalışmaları olmuştur. Balzac’ın
hayranlarından birisiydi. 1939 yılında “La Rabouilleuse” oyununu Comédie
Française’de uyarladı.1943 yılında Balzac’dan “Vidock” eserini sahneye
koydu.Emile Fabré 25 Eylül 1955’de Paris’te vefat etti. Eserleri : L'Argent (1895),
Timon d’Athenes(1899), Les Cadeaux de
Noël, La Vie publique, Les Ventres dorés (1905), La Maison d'argile (1907), Les Vainqueurs (1908), Les Sauterelles (1911), Un grand
bourgeois (1914), La Maison sous
l'orage (1920), Vidocq chez Balzac.
Oyunun çevirmeni
Hüseyin Suat, 1867’de İstanbul’da doğdu. Babası Ali Rıza Bey, annesi ise Fatma
Neyyire Hanım’dır. Şair, öğrenimini sırasıyla Molla Gurânî Mahalle Mektebi,
Balıkesir İptidâî Mektebi, Beyazıt Rüştiyesi, Drama Sancağı Rüştiyesi ve son
olarak da Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’de yaptı. 1886’da Mekteb-i Tıbbiye’den
mezun olduktan sonra, Midilli Belediye Doktoru olarak 3 yıl çalıştı. Ardından
İstanbul Üçüncü Belediye Doktorluğuna atandı. 1893’te tıp alanında uzmanlaşmak
üzere Paris’e gitti. 1895’te İstanbul’a döndü, Kadıköy Onuncu Belediye Dairesi
Doktorluğuna atandı. 1898’de Suriye Vilâyet-i Sıhhiye Müfettişliğinde
görevlendirildi. On yıl Şam’da kaldıktan sonra 1908’de İstanbul’a döndü.
Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliğine seçildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’ya
gitti. Doktor olarak Anadolu’nun değişik yerlerinde görev yaptı. 1921’de Yunus
Nadi ile birlikte Kalem dergisini çıkardı. Cumhuriyet’in ilanından
sonra Deniz Yolları Vapurlarında doktorluk yaptı. 21 Mart 1942’de vefat etti. Kalem dergisinde "Gâve-i Zalim" adıyla mizahi
yazıları yayımlandı. Darülbedayi'nin kuruluşunda büyük katkısı oldu. "Yüzlerdeki sahte gülücüğü, maskeyi
kaldır; gözyaşlarının bak ne acı izleri vardır! ". Tiyatro Oyunlarına gelince; “Şehbal Yahut
İstibdatın Son Perdesi (1908), KirliÇamaşırlar (1910), Ahirette Bir Gün
(Yayımlanışı :1910), Deva-yı Aşk
(Yayımlanışı : 1910 ), Çifteli mikroplar, Hülle, Yamalar, Kayseri Gülleri,
Tayyare, Küçük Kedi.
Oyun günümüz Türkçe’sine Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş
tarafından aktarılmış. Dramaturg olarak
Sinem Özlek mutlaka çok çalışıp çok uğraşmış ve mükemmel bir iş başarmış.
Yanında dahimiz Engin Alkan ile beraber zirveye çıkmış ... Kutlarım...
Sahne ve ışık tasarımında Cem Yılmazer ürettiğiniz iş tam
kelimeyle mükemmel... Yukarıda da bahsettiğim gibi simgelerle beraber ben bir
duygu şelalesi içine girdim. Yıllanmış bir şarabı tadar gibiydim her simgeyi
fark etmeye çalıştığımda. Oyuncuların da işleri kolay değil yalın ayak taşların
üzerinde oynamak, yerde savrulurken eminim ki o taşlarla saç vücut her yerde
karşılaşılabilir. Kostüm tasarımında
Duygu Türkekul, dahi yönetmenimiz ve Cem Yılmazer ile beraber o kadar önemli
bir koordinasyon sağlamış ki kutlarım. Efekt Tasarımda, Özgür Yaşar İşler
muhteşemdi. Ustaların ustası Selim Atakan her zamanki gibi mükemmel bir iş
çıkarmış.
Ayşegül Çelik tarafından yazılmış olan “Ölmeyi Bilen Adam
Muhsin Ertuğrul” kitabında oyundan bahsedilirken ilginç iki paragraf yakaladım.
“ Ağustos sonunda dersler yeniden başladıysa da, kimsede huzur yoktu. Victor
Hugo ve Ruy Blas’tan yapılan bir çevirinin bölümlerinden oluşan bir temsil
hazırlandı ama Darülbedayi’nin, halka açık ilk temsili 20 Ocak 1915’teki “Çürük
Temel” oldu.” ... “ Dekorunu 7.500
kuruşa Rozental Efendi’nin yaptığı oyun, Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti
yararına düzenlenen gecede perde açtı. Koltukların ilk dört sırası 25, öteki
sıralar 20, sandalye 15, duhuliye 5, localar ise 108 kuruştan satışa çıkarıldı.
Oyun Perşembe öğleden sonra saat bir buçukta hanımefendilere ve akşam dokuzda
beyefendilere sahnelenecekti. Özel olarak hazırlanan broşüre, “On yaşından
aşağı çocuklar tiyatroya kabul edilmez.” uyarısını koydular.”
Bu arada Can Yayınları tarafından çıkarılan Ayşegül Çelik
tarafından yazılmış olan “Ölmeyi Bilen Adam Muhsin Ertuğrul” kitabını hararetle
tavsiye ederim.
Oyunun sonunda selam öncesi maskelerle gelen sürpriz
unutulamaz... Yüzüncü yıl nedeniyle hazırlanan bu oyunun bu jesti bir vefa, bir
hoşgörü, bir saygı, insanların tüm iletişimleri kapadıkları bu devirde bir
duygu çoğalması ve patlaması. Dahi düşüncenin bir örneklemesi daha...
Oyunculara gelince... Sular, şelaleler gibi sesinin
buğulanmasıyla, mimikleriyle, bakışlarıyla, virtuozitesi ile Oya Palay bir “Grande
Dame”. Sahneye çıktığı ilk saniyeden oyunun bitimine kadar seyirciyi avucunun
içine alıyor ve bırakmıyor. Yönetmen ve oyuncunun eskiden de beraber çalışmış
olması tabii ki bir çeşit alışkanlık da
getirir. Bu konuyu her ikisi de çok güzel değerlendiriyorlar. Zirvede bir
oyuncu ve zirvede bir rol. Ben şimdiden gelecek oyununu beklemeye başladım. Belki
bir yönetmen bu yazımı okur ve önereceğim “Sevinç Ve Sevgi-Lettice and Lovage -
Peter Schaffer” tekstini sevgili Oya Palay’a uzatır. Kim bilir !!! Bu oyun
henüz İstanbul’da oynanmadı ne yazık ki.
Kim bilir dahi
yönetmenle çalışmak hem ne kadar zordur, hem de ne kadar faydalı. Derya deniz
bilgili bir yönetmen kim bilir oyunculara neler katar ?
Hani bazı
oyuncular vardır, oyunun rol dağılımını incelediğinizde yüzünüzde bir rahatlık,
bir inanış, bir sıcaklık, bir gülümseme beliriyorsa o oyuncu bir şekilde
ailenizden birisi gibidir. İşte Yeşim Koçak benim için bu tarz bir oyuncu. En
son oynadığı “Vakti Geldi” oyununda müthiş bir oyunculuk örneği vermişti. Yolu
açık olsun. Çok büyük başarılar onu bekliyor.
Bazı oyuncular
vardır, onunla konuşmak ve onu tanımak istersiniz ama hep bir neden yaratıp
elinizde imkanlar varken kaçarsınız… Röportaj yapmak istediğinizi
söyleyemezsiniz bile. İşte Mert Tanık benim için böyle bir kişi. Tüm oyunlarını
defalarca izlediğim, başarılarını ayakta alkışladığım büyük bir yetenek. Bu
oyunda da her zamanki gibi mükemmel.
Mustafa Barış
Koçkar, Dolunay Pircioğlu, Samet Hafızoğlu, Nurdan Gür ekip çalışmasında
bütünlüğü muhteşem bir şekilde gösteriyorlar. Tebrikler… Tebrikler…
Bu oyunu sakın
kaçırmayın. Mutlaka izleyin. Emeği geçen herkesi kutlarım. Tüm güzellikler, tüm
başarılar, tüm ödüller sizlerle olsun.
"Oğlum bana düşman, zevcim oğluma düşman, hemşire
hemşiresine düşman… Ya kızım, ya oğlum, ya kocamı fedaya mecburum. Hangisinin
feda olacağını da yine ben tayin edeceğim. Ya nankör bir zevce, ya gaddar bir
anne… Benim kabahatim.. Hep benim kabahatim.. İşte gerdanlığım, Alın…
incilerim, elmaslarım, Alın hepsi sizin olsun. Paylaşın… Paylaşın… Paylaşın…
Paylaşın…"
Bayramımız Kutlu olsun.
“Sevgi-Saygı-Hoşgörü”
“C’est La Vie !” yani “Hayat Bu !”
Can Murat Yaşar Şengel
29 10 14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder