Sezonu seyirci olarak 02 Ekim 2015 tarihinde açtım.
Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın müthiş bir prodüksiyonu olan “Yanlışlıklar
Komedyası” ile rüya gibi bir açılış yaptım. “Rotary Tiyatro Ödülleri” Jüri
Başkanı ve Genel Koordinatörü olarak bu sezon Bakırköy Belediye Tiyatroları’nı
da ödenekli tiyatrolara verilen ödüllerimize dahil etmekten onur duymaktayım.
Bugüne kadar neden beklediğimizi de açıklamak isterim. Bizler Rotary Jüri
Üyeleri olarak biletlerimizi kendimiz alıp oyunları izlemek isteriz. Genelde
davetiye kabul etmeyiz. Biletlerin çıktığı ilk gün bilgisayarımızın başına
oturur ve biletlerimizi satın almaya çalışırız ve tüm oyunları da en az üç kez
seyrederiz. Bu sezon Bakırköy Belediye Tiyatroları değerli seyircilerine
internet ortamından bilet satın almak olanağını yarattılar. Bu nedenle bu güzide
tiyatromuzu hemen değerlendirme kapsamına aldık.
Genelde sezonun ilk yazısı olarak 13 Ekim tarihini beklerim. Bu tarihin hayatımdaki
önemini birazdan anlayacaksınız. Çeşitli ortamlarda bu tarihte bir yazı yazarım
ve bu yazıyı sanatsal yazımın içine de monte ederim. Genelde her sene büyük bir
hevesle yazmaya başlarım ama sene sonunda genel yazı toplamında arzu ettiğim
sayıya ulaşamam. Bu sene çok hırslıyım ve her haftaya bir yazı yazmaya
çalışacağım. Bu sene kitap çalışmalarım,
çevirilerim, röportajlarımla bomba gibi enerjik geliyorum. Ustalarım Nisa
Serezli ve Tolga Aşkıner’in teatral biyografilerini yazdığım “Hişt, Nisa
Seninki Geliyor!” büyük bir hızla ilerliyor. Çok zevkli ve detaylı bir çalışma
oluyor... Bilenler bilirler, yirmi yedi
tane de tiyatro çevirim vardır. Geçmişte yaşadığım bir haksızlıktan ötürü kendi
tiyatromun dışında oynanmaması konusunda bir karar almıştım. Bu da benim doğru
bildiğim. Genelde çevireceğim oyunları Avant Scene ve Samuel French kataloglarından
seçer ve getirtir sonra da çeviririm. Fransa’dan iki genç yazarın beş eserini
okudum ki muhteşem. Çevirilere de başladım... Bu arada “Anket Defteri” isimli
röportaj kitabımı da yazmaya devam ediyorum. Şu ana kadar yapılan röportajları daha önce hiç yazmadan sadece
kitapta okuyucu ile buluşturmayı planlamıştım ama belki her röportajın bir
bölümü yayınlanabilir... Türkiye’nin en uzun soluklu amatör tiyatrosu olan bu
sezon 24. Yaşını kutlayacağımız Tiyatro Caniko’ma gelince bizi sürprizlerimizle
izlemeye devam ediniz...
Gelelim 13 Ekim 2015 yazıma; Internet ortamında
yazdığım yazı aşağıdaki gibidir:
"Tarih:13 Ekim 1950
Yer : Eskişehir Orduevi
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Düğüne davetliler gelmekteler. İkram o günün şartlarında pasta ve limonata. Öğretmen Suhandan Süheyla ve Kıdemli Üsteğmen Mehmet Sıtkı’nın Düğün Töreni.
Şu anda yaşasalardı bu akşam altmış beşinci yıldönümlerini kutlayabilirdik. Ben onlar yanımdaymış gibi her sene bu günü kutlarım tabii ki pasta ve limonata ile.
Sevgili anneciğim ve babacığım, ...
Bugünü ben de bir milat olarak kabul ediyorum. Hayatımda bugünden itibaren yeni bir sahife açıyorum kendime her şeyden fazla önem vermeye başlayarak… Belki biraz geç bir karar olsa da…
Belki kalabalıklar içindeyim, belki de bitip tükenmeyen yalnızlıklar… Belki iyi niyetimden ve dürüstlüğümden ötürü olumluluklar içindeyim, belki de olumsuzluklar… Belki saflığımdan ve temizliğimden ötürü bembeyaz bir dünyanın içindeyim, belki de karanlıklar… Belki yarından itibaren herkese çok yakınlardayım, belki de çok uzaklar... Belki geleceğe yönelik büyük umutlar içindeyim, belki de büyük umutsuzluklar…
Yer : Eskişehir Orduevi
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Düğüne davetliler gelmekteler. İkram o günün şartlarında pasta ve limonata. Öğretmen Suhandan Süheyla ve Kıdemli Üsteğmen Mehmet Sıtkı’nın Düğün Töreni.
Şu anda yaşasalardı bu akşam altmış beşinci yıldönümlerini kutlayabilirdik. Ben onlar yanımdaymış gibi her sene bu günü kutlarım tabii ki pasta ve limonata ile.
Sevgili anneciğim ve babacığım, ...
Bugünü ben de bir milat olarak kabul ediyorum. Hayatımda bugünden itibaren yeni bir sahife açıyorum kendime her şeyden fazla önem vermeye başlayarak… Belki biraz geç bir karar olsa da…
Belki kalabalıklar içindeyim, belki de bitip tükenmeyen yalnızlıklar… Belki iyi niyetimden ve dürüstlüğümden ötürü olumluluklar içindeyim, belki de olumsuzluklar… Belki saflığımdan ve temizliğimden ötürü bembeyaz bir dünyanın içindeyim, belki de karanlıklar… Belki yarından itibaren herkese çok yakınlardayım, belki de çok uzaklar... Belki geleceğe yönelik büyük umutlar içindeyim, belki de büyük umutsuzluklar…
Ne güzel yazmış Çiğdem Talu “Herkes bir şey aldı götürdü benden… Kimi umutlarımı, kimi hayallerimi, kimi en güzel duygularımı…”
“Sevgi-Saygı-Hoşgörü” ”C’est La Vie !”
Can Murat Yaşar Şengel”
Bu yaz tatilimi özel hayatımda ne yazık ki çok olumsuz geçirdim. Bu
olumsuzluklar içinde çok güzellikler de
yaşadım insanlara dokunduğumu da hissettim. Bu terimi çok özenle seçtim. Çok
düşündüm nasıl bir terim kullanabilirim diye. “İnsan Biriktirmek” ve “İnsanlara
Dokunmak” terimleri arasında kaldım. Karakterime uygun olanın “İnsanlara
Dokunmak”olduğu kararına vardım. Hiç ummadığım kişilere dokunduğumu anladım, dokunduğumu
sandığım bazı kişilerin ise hayatımdaki yerlerini yeniden gözden geçirmem gerektiğini düşündüm.
“İnsanlara Dokunmak” konusunda bir usta ne yazık ki aramızdan
ayrıldı... Hocam, Yol Göstericim, Ustam, Üstadım,Duayenim Boğaziçi
Üniversitesi’nin pırlantası Bedii Ziver her zaman kalbimde yaşayacak. “Çok Özel
Bir Yaşama Do Minör Bir Dokunuş” isimli kendi hayatımı anlattığım oyunumun 20
ve 21. Sahifelerinden bir bölümü aktarmak istiyorum.
“Bu arada, Bedii
Ziver Hocamla, başımdan geçen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Kendisi de
benim gibi bir tiyatro hastasıydı, seyirci olarak tabii. Çoğu kereler, değişik
tiyatrolarda kendisi ve saygıdeğer
ailesi ile karşılaşıyordum. Üçüncü sınıftaydım, yanlış hatırlamıyorsam.
Rehberlik ve özel dersler derken kendi derslerim biraz düşmüştü. Tiyatroya olan
sevgimi de biliyor ya Pazartesi günü olacak sınavı için Cuma günü derste “Bak,
bu hafta sonu otur, derslerini çalış sana yakışmıyor.” dedi. Ben de, “Tabii
Hocam.” dedim. Dedim de... O akşam en ön sıraya Nisa Serezli-Tolga Aşkıner
Tiyatrosu’na davetiyem var. Annem, Gülsüm Ablam ve Hikmet Ağabeyimle beraber
gideceğiz. Ben, elimde çiçeğim, çikolatam ve baklavam sevgili Nisa ve Tolga’yı
görmek üzere kulise girdim. Annemler fuayede, Taksim Venüs Sahnesi, “Adem ile
Havva” oyunu. Tam fuayeye döndüm, annem ve benim yüzüm kapıya dönük, bir de ne
göreyim kapıdan Bedii Ziver Hocamız, Sayın eşleri ve iki çocuğu içeri girmezler
mi. Ben bu sırada mahçup olmamak için görünmemek düşüncesiyle annemi ve kendimi
bir manevrayla döndürmeye çalıştım. Annem tabiatıyla yutmadı, cin gibi kadın.
Yolda, arabada da bu konuşmayı anlatıp, istermisin tiyatroda karşılaşalım
demiştim.(Abdala malum olur). Annem,
“Kimi gördün ?” diye sordu. Ben de Bedii Ziver Hoca ve ailesi diye cevap
verdim. Annem ise “Haydi bakalım Can Bey, bizi tanıştıracaksınız.” dedi. Ben
mahçup bir biçimde her iki grubu tanıştırdım. Bedii Hocamın söylediği cümle her
zaman kulaklarımda çınlar:
“Nash
ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
Aynı gün tarihimizden önemli bir büyüğümün de cenaze töreni vardı. Her
iki törene de katılmaya çalıştım.
Yukarıda kullandığım “İnsanlara Dokunmak” terimi Bedii Ziver Hoca’mıza ne kadar
çok yakıştı anlatamam. Kilise ve bahçesi doldu taştı, gözümüzde yaşlar son
görevimizde ustamızın yanında. Bir tiyatrocu dostumla karşılaştım törende. Kendisine hocamızı nereden tanıdığını
sorduğumda; “O bizim de hocamızdı.” cevabını aldım. Şaşkın bakışlarım
karşısında: “O bizim hayat öğretmenimizdi.” cevabını verdi. Ne güzel bir terim
daha: “Hayat Öğretmeni” . Düşününce ne kadar
güzel bir tanımlama... Bedii Ziver öğretmenim iyi ki sizi tanıdım, iyi
ki benim de “Hayat Öğretmeni”m oldunuz. Her zaman kalbimde yaşayacaksınız...
Baştaki konumuza geri dönelim. Bakırköy Belediyesi Tiyatroları’ndan
internet ortamında ilk bilet alanlardan birisi oldum. Elde olmayan nedenlerle
teknik bir hata oluştu. Bu konuda telefon görüşmesi sonucunda gerekli düzeltme için gişeye başvurmam
istendi. Gişeye gittiğimde ilgili kişi biraz beklemem gerektiğini bildirdi. Üç
dakika sonra pırıl pırıl bir delikanlı yanıma geldi kendisini tanıttı. Alican
Yücesoy-Genel Sanat Yönetmeni. Kendisi yaşadığım teknik problem ile ilgilenmesi
ve çözümlemesi dışında tüm içtenliği ile beni çaya davet ettiler. Ben Jüri Üyeleri
olarak hep beraber yeni görevini de kutlamaya geleceğimizi söyleyerek teşekkür
ettim. Türkiyem için çok önem verdiğim genç jenerasyonun bir çeşit Don
Quichotte’u benim için sevgili Alican Yücesoy. Kendisi ile konuşurken
Türkiye’nin en demokratik tiyatrosunun başında olmasının gururunu hissettim
gözlerindeki pırıltılardan. Bu genç adamı kendi gençliğimdeki gözü karalığım
ile mukayese ettim. Benim imkanlarım daha şahsi idi ama tiyatroya olan aşkı ağzından
çıkan her hece her harf ile belli olmakta. Erken gittiğim için bahçedeki
cafe’de kendisini izledim; insanlarla
olan sıcak ilişkisi, mütevazılığı, beyefendiliği ilk göze çarpanlar. Can Murat Yaşar Şengel Ağabey’i için de bir
oğul, bir kardeş. İki elim kanda da olsa ne zaman bir isteği olsa desteği esirgenmeyecek bir kişilik
Alican Yücesoy. Kendi geçmişimi düşündüğümde tiyatro ile ilgili olarak bugüne
kadar yaptığım çılgınlıkları imkanlarım olsa hiç düşünmeden tekrar yaparım, tüm
maddi kayıplara, manevi kazançlara, kişisel hırs ve kıskançlıkların engellerine
rağmen. Aynı ışığı kendisinde de gördüm. Umarım kimse onu incitmez zira tiyatro
dünyası için muhafaza edilmesi gereken çok değerli bir mücevher kendisi.
Tanıştığımızın ertesi haftası Argun Kınal Ağabeyim için gittiğim taziye
ziyaretinde konu açılınca genç bir tiyatrocu dostumla aynı cümleyi söyledik
Alican Yücesoy için “Bu toplum için çok fazla!” . Yolu açık olsun...
Bu yazı 13 Ekim 2015 tarihinde yazıldı. “Yaprak Dökümü” durmak
bilmediği için içimden yayınlamak gelmedi. Tomris İncer, Argun Kınal Ağabey’im,
Levent Kırca, Nurhan Karadağ, Yılmaz
Köksal, Çetin Altan... Anılarına Saygıyla...
“Sevgi-Saygı-Hoşgörü”
felsefem sizlerle olsun.
“C’est La Vie!” yani “Hayat Bu !”
23 10 2015
Can Murat Yaşar
Şengel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder