29 Ekim 2015 Perşembe

ATAM SİZ RAHAT UYUYUN GENÇLERİNİZ SİZE LAYIK... YILLAR SONRA “SATICININ ÖLÜMÜ”... BİR BÜYÜK SANATÇI, BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ ARGUN KINAL’A VEDA... 29 10 2015...


ATAM SİZ RAHAT UYUYUN  GENÇLERİNİZ  SİZE LAYIK... YILLAR SONRA “SATICININ ÖLÜMÜ”... BİR BÜYÜK SANATÇI, BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ  ARGUN KINAL’A VEDA... 29 10 2015...

29 Ekim 2015. En büyük bayramımız kutlu olsun.


"Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız"                                                                                                                                            
"Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur."  diyen Ulu Önderimiz, Ata’mız siz rahat uyuyunuz gençleriniz size layık...
 
Yıl yanılmıyorsam 1968, babamın görevi icabı bulunduğu Ankara’da şubat tatili süresince sevgili babacığım tiyatro aşığı oğlunu ruhunu beslesin diye, her gece bir tiyatro oyununa  götürüyor. Ankara Meydan Sahnesi, Orduevi’nin tam karşısı minik bir salon, ama unutulmaz oyunlar oynuyorlardı. Bunlardan bir tanesi de “Satıcının Ölümü” ve büyük usta Yıldırım Önal unutamayacağım bir tiyatro şöleniydi, çok küçüktüm ama sisli anılarım içinde hemen yerini almıştı.  14 Mayıs 1969 tarihli Milliyet Gazetesi Arşivi’nden bir alıntı kadro hakkında sizlere bilgi verebilir: “Oyunun ilginç yönlerinden biri de başarılı bir tedaviden sonra tekrar sahneye dönen ve muntazam bir sahne hayatı yaşayan Yıldırım Önal’ın oyunun başrolünde oynamasıdır. Güçlü bir kompozisyon yaratan Yıldırım Önal’dan başka diğer başrollerde  Mediha Köroğlu, Çetin Köroğlu, Uğur Erkır, Teoman Özer, Kenan Işık, Zihni Göktay oynamakta ve Ankara Meydan Sahnesinin bütün kadrosu oyunda rol alıyor.”

Oyunun bu versionundan bahsetmemin nedeni kendi anılarımdan da yola çıkmaktı. Bu yorumun dışında 1962 İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları, 1983 TRT’de TV filmi, 1989 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu yorumları benim arşivimde yakalayabildiğim en fazla üzerinde durulanları.                       1962 İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kadrosunda bakın kimler var: Avni Dilligil rejisi Samiye Hün, Avni Dilligil,Erhan Dilligil, Ekrem Birerdinç, Tolga Aşkıner, Neş’e Tandoğan, Zihni Rona, Muhip Arcıman, Doğan Sevsevil, Ali Yürük, Hale Rakunt, Oral Yenci, Leyla Altın ve Gülen Kıpçak. 1983 TRT’de TV filmi kadrosunda bakın kimler var: Asuman Korad, Gülcan As, Serhat Nalbantoğlu, Adsız Karaduman, Ertan Savaşçı, Alp Öyken, Ferdi Merter, Hidayet Taş ve Can Öztopçu.  1989 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu kadrosunda bakın kimler var: Asuman Korad rejisi  Gülsen Tunççekiç, Ergun Uçucu, Cemil Özbayer, Zafer Kayaokay, Bilal Gürdere, Nesrin Süsoy, Erhan Gökgücü, Turgut Okutman, Mehmet Gökçer, Serpil Çağıran, Cahit Çağıranve Nilgün Tan.


Gelelim günümüze... Dün akşam Kozzy Gazanfer Özcan Sahnesi’ne ilk kez gittim. Bu şirin ve güzel alışveriş merkezinde güzel ve rahat bir salonda bir tiyatro şöleni yaşadım. Ankara Devlet Tiyatrosu “Satıcının Ölümü” oyunuyla İstanbul’umuza konuk gelmişlerdi. Bu arada İstanbul Devlet Tiyatrosu Caddebostan ve Kozyatağı’nda sahnelerini kullanmaya başlamakla Kadıköy’üme büyük bir hediye sunuyorlar. Sayın Zafer Kayaokay ve ekibine birinci teşekkürüm bu konuda. Sayın Zafer Kayaokay’a ikinci teşekkürüm bu oyunu İstanbul’a getirmiş olması nedeniyle, ama umarız bir kez daha gelirler de bilet bulunmaması nedeniyle izleyemeyenlere bir fırsat verirler. Bütün versiyonlarda kullanılan Orhan Burian çevirisi her zaman güncelliğini korumakta.  Sayın Zafer Kayaokay’a üçüncü teşekkürüm bu oyunun rejisörlüğü ile ilgili. Tek kelime ile muhteşemdi. Savaş Çevirel’in aşırı sadelikte ve aşırı işlevsel olan dekor tasarımı  ile tam anlamıyla oyunun orjinal metinine bağlı kalınmış, kutluyorum. İmkanların genişliğine rağmen en ufak bir abartıya girmemişler kendileri. Sevgi Türkay kostüm tasarımıyla tam anlamıyla mükemmel. Çetin Atay Dekor ve Kostüm ile bağlantıyı o kadar güzel kurmuş ki tamamen matematiksel. Can Atilla’nın müziği ile bir ara kendimden geçtiğimi sandım. Hepsini pırıl pırıl alınlarından öperim. Oyun Asuman Korad’ın Anısına sergilenmekte. Bu oyunu hem oynamış hem de yönetmiş olan ustayı saygı ile anıyorum. 


Oyunculara gelince;  Can Öztopçu ve Şahap Sayılgan’ı izlemek yıllanmış bir şarabı içmek gibiydi. Ne kadar özlemişim bu iki ustayı izlemeyi. İyi ki varlar ve iyi ki bizler onları izleyebiliyoruz... Buğra Koçtepe, Kutay Sungar ikilisine hayran kaldım. Oyun tekstinin en ufak bir kıvrımını bile atlamadılar. Onların gözlerinden yaş akmaya başladığında ben de onlarla birlikte gözyaşlarıma boğulmuştum. Ben, Eren Oray’a hayran kaldım, bundan sonra kendisini çok yakından takip edeceğim. Gülçin Yaşaroğlu tek kelimeyle mükemmeldi. Dinginliği, oyunu harf harf ve hece hece yorumlaması, sahne hakimiyeti ile harikulade. Serap Kunak sahneye çok yakışıyor. Ve gelelim en özel kişiye; Sayın Erdal Küçükkömürcü, emeğinize yüreğinize sağlık... Akıttığınız her damla ter için hakkınızı helal ediniz... Sizin gözünüzden yaşlar akmaya başladığında ben ışığınız ve virtüoziteniz karşısında koltuğumda küçülüp katıla katıla ağlıyordum... Oyun çıkışında tanışmak fırsatını verdiğiniz için şükranlarımla. Mütevazılığınız, kibarlığınız karşısında saygı ile eğiliyorum. “Anket Defteri” kitabım için röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için de bir kez daha şükranlarımı sunarım. Bizim jenerasyonun Türkiye’min en büyük yeteneklerinden birisi karşısında çok heyecanlandım konuşurken.



Ne yazık ki bu oyun en az yirmi kez İstanbul’da oynanmak mecburiyeti olduğu için Rotary Ödülleri için değerlendirme dışı. Tekrar tekrar hepinizi kutluyorum, alnınızda ışığı hisseden büyük yeteneklersiniz...
 
Geçen yazımda “Yaprak Dökümü” hakkında yazmıştım. Hepsi içinde benim için en farklı kişi Argun Kınal Ağabeyimdi. En güzel günümde, en kötü günümde hep desteğini hissettiğim bir ağabeyimdi. Kendisi hakkında internet ortamında yazdığım yazıyı aktarıyorum.
“Bir İstanbul Beyefendisi, Örnek Sanatçı, Örnek Dost, Örnek İnsan, Pırlanta Ağabeyimiz Sizi Çok Özleyeceğim.
"Ömrümün sonbaharında, günlerim pastelleşirken, bu ödül renklendirecek." demiştiniz "2013-2014 Rotary Onur Ödülü'"nüzü alırken.
İsminizi hep yaşatmak için söz veriyorum... Argun Kınal Ağabeyim.... Gülsün Siren Üstadımız'ı hiç yalnız bırakmamaya çalışacağız...”


“Cyrano” oyununun ilk gecesinde oyun sonunda Erhan Yazıcıoğlu Beyefendinin jesti muhteşemdi.  Argun Kınal Ağabeyimin büyük bir fotografı ile sahneye çıkması nasıl bir incelik! Aynı şekilde Tomris İncer’in fotografı ile sevgili Yiğit Sertdemir selama çıktı. Sevgili Yiğit Sertdemir için teatral hayatının bana göre en zor gecesiydi. Kimse fark etmedi ama en ön sırada olduğum için gözlemledim. Gelenekler gereği ilk gece oyuna emeği geçenler sahneye davet edilirken sevgili Yiğit Sertdemir dikkat etmeyen kimsenin göremeyeceği bir açıda kendini yüreğinin akışına bıraktı. O an yaşadığı gel gitleri oturduğum koltukta hissettim. Sevgili Yiğit Sertdemir ve Eraslan Sağlam’a bir kez daha sabır dilerim.


Bir büyük usta Çetin Altan üstadımız için torunu sevgili öğrencim Sanem Altan kızıma ve Sevgili anneciğimin can dostu, kardeşi gibi gördüğü Üstadımızın kız kardeşi Doktor Gülderen Alpagut ve ailesine de sabır diliyorum. 


En büyük bayramımızı bir kez daha kutluyorum.

29 10 2015

Can Murat Yaşar Şengel

cansengel@hotmail.com                                                                                                              cansengel@gmail.com

 

25 Ekim 2015 Pazar

SEZON AÇILIŞI - 13 EKİM 1950 ESKİŞEHİR LAPA LAPA KAR YAĞIYOR - İNSANLARA DOKUNMAK CANIM HOCAM BEDİİ ZİVER – BAKIRKÖY’DE BİR PRENS ,BİR DON QUICHOTTE, BİR OĞUL, BİR KARDEŞ, ALİCAN YÜCESOY – YAPRAK DÖKÜMÜ...


Sezonu seyirci olarak 02 Ekim 2015 tarihinde açtım. Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın müthiş bir prodüksiyonu olan “Yanlışlıklar Komedyası” ile rüya gibi bir açılış yaptım. “Rotary Tiyatro Ödülleri” Jüri Başkanı ve Genel Koordinatörü olarak bu sezon Bakırköy Belediye Tiyatroları’nı da ödenekli tiyatrolara verilen ödüllerimize dahil etmekten onur duymaktayım. Bugüne kadar neden beklediğimizi de açıklamak isterim. Bizler Rotary Jüri Üyeleri olarak biletlerimizi kendimiz alıp oyunları izlemek isteriz. Genelde davetiye kabul etmeyiz. Biletlerin çıktığı ilk gün bilgisayarımızın başına oturur ve biletlerimizi satın almaya çalışırız ve tüm oyunları da en az üç kez seyrederiz. Bu sezon Bakırköy Belediye Tiyatroları değerli seyircilerine internet ortamından bilet satın almak olanağını yarattılar. Bu nedenle bu güzide tiyatromuzu hemen değerlendirme kapsamına aldık.

Genelde sezonun ilk yazısı olarak 13 Ekim  tarihini beklerim. Bu tarihin hayatımdaki önemini birazdan anlayacaksınız. Çeşitli ortamlarda bu tarihte bir yazı yazarım ve bu yazıyı sanatsal yazımın içine de monte ederim. Genelde her sene büyük bir hevesle yazmaya başlarım ama sene sonunda genel yazı toplamında arzu ettiğim sayıya ulaşamam. Bu sene çok hırslıyım ve her haftaya bir yazı yazmaya çalışacağım.  Bu sene kitap çalışmalarım, çevirilerim, röportajlarımla bomba gibi enerjik geliyorum. Ustalarım Nisa Serezli ve Tolga Aşkıner’in teatral biyografilerini yazdığım “Hişt, Nisa Seninki Geliyor!” büyük bir hızla ilerliyor. Çok zevkli ve detaylı bir çalışma oluyor...  Bilenler bilirler, yirmi yedi tane de tiyatro çevirim vardır. Geçmişte yaşadığım bir haksızlıktan ötürü kendi tiyatromun dışında oynanmaması konusunda bir karar almıştım. Bu da benim doğru bildiğim. Genelde çevireceğim oyunları Avant Scene ve Samuel French kataloglarından seçer ve getirtir sonra da çeviririm. Fransa’dan iki genç yazarın beş eserini okudum ki muhteşem. Çevirilere de başladım... Bu arada “Anket Defteri” isimli röportaj kitabımı da yazmaya devam ediyorum. Şu ana kadar yapılan  röportajları daha önce hiç yazmadan sadece kitapta okuyucu ile buluşturmayı planlamıştım ama belki her röportajın bir bölümü yayınlanabilir... Türkiye’nin en uzun soluklu amatör tiyatrosu olan bu sezon 24. Yaşını kutlayacağımız Tiyatro Caniko’ma gelince bizi sürprizlerimizle izlemeye devam ediniz...        

Gelelim 13 Ekim 2015 yazıma; Internet ortamında yazdığım yazı aşağıdaki gibidir:

 
"Tarih:13 Ekim 1950
Yer : Eskişehir Orduevi
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Düğüne davetliler gelmekteler. İkram o günün şartlarında pasta ve limonata. Öğretmen Suhandan Süheyla ve Kıdemli Üsteğmen Mehmet Sıtkı’nın Düğün Töreni.
Şu anda yaşasalardı bu akşam altmış beşinci yıldönümlerini kutlayabilirdik. Ben onlar yanımdaymış gibi her sene bu günü kutlarım tabii ki pasta ve limonata ile.
Sevgili anneciğim ve babacığım, ...
Bugünü ben de bir milat olarak kabul ediyorum. Hayatımda bugünden itibaren yeni bir sahife açıyorum kendime her şeyden fazla önem vermeye başlayarak… Belki biraz geç bir karar olsa da…
Belki kalabalıklar içindeyim, belki de bitip tükenmeyen yalnızlıklar… Belki iyi niyetimden ve dürüstlüğümden ötürü olumluluklar içindeyim, belki de olumsuzluklar… Belki saflığımdan ve temizliğimden ötürü bembeyaz bir dünyanın içindeyim, belki de karanlıklar… Belki yarından itibaren herkese çok yakınlardayım, belki de çok uzaklar... Belki geleceğe yönelik büyük umutlar içindeyim, belki de büyük umutsuzluklar…


Ne güzel yazmış Çiğdem Talu “Herkes bir şey aldı götürdü benden… Kimi umutlarımı, kimi hayallerimi, kimi en güzel duygularımı…”
“Sevgi-Saygı-Hoşgörü” ”C’est La Vie !”
Can Murat Yaşar Şengel”

Bu yaz tatilimi özel hayatımda ne yazık ki çok olumsuz geçirdim. Bu olumsuzluklar içinde çok güzellikler  de yaşadım insanlara dokunduğumu da hissettim. Bu terimi çok özenle seçtim. Çok düşündüm nasıl bir terim kullanabilirim diye. “İnsan Biriktirmek” ve “İnsanlara Dokunmak” terimleri arasında kaldım. Karakterime uygun olanın “İnsanlara Dokunmak”olduğu kararına vardım. Hiç ummadığım kişilere dokunduğumu anladım, dokunduğumu sandığım bazı kişilerin ise hayatımdaki yerlerini  yeniden gözden geçirmem gerektiğini düşündüm.

“İnsanlara Dokunmak” konusunda bir usta ne yazık ki aramızdan ayrıldı... Hocam, Yol Göstericim, Ustam, Üstadım,Duayenim Boğaziçi Üniversitesi’nin pırlantası Bedii Ziver her zaman kalbimde yaşayacak. “Çok Özel Bir Yaşama Do Minör Bir Dokunuş” isimli kendi hayatımı anlattığım oyunumun 20 ve 21. Sahifelerinden bir bölümü aktarmak istiyorum.

“Bu arada, Bedii Ziver Hocamla, başımdan geçen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Kendisi de benim gibi bir tiyatro hastasıydı, seyirci olarak tabii. Çoğu kereler, değişik tiyatrolarda kendisi ve   saygıdeğer ailesi ile karşılaşıyordum. Üçüncü sınıftaydım, yanlış hatırlamıyorsam. Rehberlik ve özel dersler derken kendi derslerim biraz düşmüştü. Tiyatroya olan sevgimi de biliyor ya Pazartesi günü olacak sınavı için Cuma günü derste “Bak, bu hafta sonu otur, derslerini çalış sana yakışmıyor.” dedi. Ben de, “Tabii Hocam.” dedim. Dedim de... O akşam en ön sıraya Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu’na davetiyem var. Annem, Gülsüm Ablam ve Hikmet Ağabeyimle beraber gideceğiz. Ben, elimde çiçeğim, çikolatam ve baklavam sevgili Nisa ve Tolga’yı görmek üzere kulise girdim. Annemler fuayede, Taksim Venüs Sahnesi, “Adem ile Havva” oyunu. Tam fuayeye döndüm, annem ve benim yüzüm kapıya dönük, bir de ne göreyim kapıdan Bedii Ziver Hocamız, Sayın eşleri ve iki çocuğu içeri girmezler mi. Ben bu sırada mahçup olmamak için görünmemek düşüncesiyle annemi ve kendimi bir manevrayla döndürmeye çalıştım. Annem tabiatıyla yutmadı, cin gibi kadın. Yolda, arabada da bu konuşmayı anlatıp, istermisin tiyatroda karşılaşalım demiştim.(Abdala malum olur).  Annem, “Kimi gördün ?” diye sordu. Ben de Bedii Ziver Hoca ve ailesi diye cevap verdim. Annem ise “Haydi bakalım Can Bey, bizi tanıştıracaksınız.” dedi. Ben mahçup bir biçimde her iki grubu tanıştırdım. Bedii Hocamın söylediği cümle her zaman kulaklarımda çınlar:                                                                                                  “Nash ile uslanmayanı etmeli tekdir                                                                                                         Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” 

Aynı gün tarihimizden önemli bir büyüğümün de cenaze töreni vardı. Her iki törene  de katılmaya çalıştım. Yukarıda kullandığım “İnsanlara Dokunmak” terimi Bedii Ziver Hoca’mıza ne kadar çok yakıştı anlatamam. Kilise ve bahçesi doldu taştı, gözümüzde yaşlar son görevimizde ustamızın yanında. Bir tiyatrocu dostumla karşılaştım törende.  Kendisine hocamızı nereden tanıdığını sorduğumda; “O bizim de hocamızdı.” cevabını aldım. Şaşkın bakışlarım karşısında: “O bizim hayat öğretmenimizdi.” cevabını verdi. Ne güzel bir terim daha: “Hayat Öğretmeni” . Düşününce ne kadar  güzel bir tanımlama... Bedii Ziver öğretmenim iyi ki sizi tanıdım, iyi ki benim de “Hayat Öğretmeni”m oldunuz. Her zaman kalbimde yaşayacaksınız...


Baştaki konumuza geri dönelim. Bakırköy Belediyesi Tiyatroları’ndan internet ortamında ilk bilet alanlardan birisi oldum. Elde olmayan nedenlerle teknik bir hata oluştu. Bu konuda telefon görüşmesi sonucunda  gerekli düzeltme için gişeye başvurmam istendi. Gişeye gittiğimde ilgili kişi biraz beklemem gerektiğini bildirdi. Üç dakika sonra pırıl pırıl bir delikanlı yanıma geldi kendisini tanıttı. Alican Yücesoy-Genel Sanat Yönetmeni. Kendisi yaşadığım teknik problem ile ilgilenmesi ve çözümlemesi dışında tüm içtenliği ile beni çaya davet ettiler. Ben Jüri Üyeleri olarak hep beraber yeni görevini de kutlamaya geleceğimizi söyleyerek teşekkür ettim. Türkiyem için çok önem verdiğim genç jenerasyonun bir çeşit Don Quichotte’u benim için sevgili Alican Yücesoy. Kendisi ile konuşurken Türkiye’nin en demokratik tiyatrosunun başında olmasının gururunu hissettim gözlerindeki pırıltılardan. Bu genç adamı kendi gençliğimdeki gözü karalığım ile mukayese ettim. Benim imkanlarım daha şahsi idi ama tiyatroya olan aşkı ağzından çıkan her hece her harf ile belli olmakta. Erken gittiğim için bahçedeki cafe’de kendisini izledim;  insanlarla olan sıcak ilişkisi, mütevazılığı, beyefendiliği ilk göze çarpanlar.  Can Murat Yaşar Şengel Ağabey’i için de bir oğul, bir kardeş. İki elim kanda da olsa ne zaman  bir isteği olsa desteği esirgenmeyecek bir kişilik Alican Yücesoy. Kendi geçmişimi düşündüğümde tiyatro ile ilgili olarak bugüne kadar yaptığım çılgınlıkları imkanlarım olsa hiç düşünmeden tekrar yaparım, tüm maddi kayıplara, manevi kazançlara, kişisel hırs ve kıskançlıkların engellerine rağmen. Aynı ışığı kendisinde de gördüm. Umarım kimse onu incitmez zira tiyatro dünyası için muhafaza edilmesi gereken çok değerli bir mücevher kendisi. Tanıştığımızın ertesi haftası Argun Kınal Ağabeyim için gittiğim taziye ziyaretinde konu açılınca genç bir tiyatrocu dostumla aynı cümleyi söyledik Alican Yücesoy için “Bu toplum için çok fazla!” . Yolu açık olsun...    

Bu yazı 13 Ekim 2015 tarihinde yazıldı. “Yaprak Dökümü” durmak bilmediği için içimden yayınlamak gelmedi. Tomris İncer, Argun Kınal Ağabey’im, Levent Kırca, Nurhan Karadağ,  Yılmaz Köksal, Çetin Altan... Anılarına Saygıyla...

“Sevgi-Saygı-Hoşgörü” felsefem sizlerle olsun.                                                                                                                                                                 “C’est La Vie!” yani “Hayat Bu !”

23 10 2015

Can Murat Yaşar Şengel

cansengel@hotmail.com                                                                                                              cansengel@gmail.com