30 Ekim 2014 Perşembe

ATAM RAHAT UYU GENÇLERİN HER ZAMANKİ GİBİ İZİNDE … YÜZ YILIN GENEL SANAT YÖNETMENİ MUHSİN ERTUĞRUL … TEPSİ İÇİNDE YANAN MUMLARLA BAŞLAMIŞTI HER ŞEY , MUMLAR HEP YANACAK … İKİ DAHİ YÖNETMEN … ÇÜRÜK TEMEL … OYA PALAY SAHNEDEKİ BİR “GRANDE DAME” … EKİP ÇALIŞMASI …


 

Bugün 29 Ekim 2014…

Sabah görevli bulunduğum Sarıyer  İlçesi Cumhuriyet Bayramı Töreni ardından müthiş bir oyun izlemeye Üsküdar’a yetiştim. Bu sene izlediğim oyunlar içinde bazılarına “İşte, adam gibi bir oyun.” diyorum . Sevgili Arif Akkaya’nın yönettiği “On İki Öfkeli Adam”  bunlardan birisi. Bu özel günde, en büyük bayramımızda, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e seslenmek istiyorum: “Atam, rahat uyu, gençlerin her zamanki gibi izinde…” “On İki Öfkeli Adam” yazım da çok yakında…   Bu vesile ile tüm okurlarımın Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.

Bu arada, tüm broşürlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 100 Yaşında Genel Sanat Yönetmeni Muhsin Ertuğrul yazmakta. Sevgili Erhan Yazıcıoğlu, bu ne güzel bir harekettir, ne güzel bir jesttir, ne güzel bir yüce gönüllülüktür…



İlk yazdığım yazıdan bir alıntı ile devam edelim : “ Her oyunun her gecesinde yanan mumlar çoktan bir ateş topuna döndü, sizi kuşatan sevgi kandilleri çoğaldı, çoğaldı…”

Sayın Muhsin Ertuğrul, Sayın Kınar Hanım, Sayın Sara Mannik,   Sayın Eliza Binemeciyan, Sayın Rosa Felekyan, Sayın Nurettin Şefkati, Sayın Ahmet Muvahhit…

Alkışlar alevi hep harladı. Sizlerle başlayan geçmiş bu sezon , Arif Akkaya, Engin Alkan ile gelecek olmuş işte. Ruh atlaslarıyla çıkıp geldiler, tıpkı sizin gibi. 



Yıllardır tiyatro dünyasının içinden birisi olarak oyun yönetmenlerini  oyun yazarının eserini oya gibi işleyerek kendi dünyasında yorumlayan kendi dehalarını ortaya koyan ve seyirciye eseri yansıtmaya çalışan kültür elçileri olarak görüyorum. Bu sezon bugüne kadar seyretmiş olduğum en az yirmi oyun içinde bu yönetmenlerden  Arif Akkaya ve Engin Alkan şu ana kadar kanımca öne çıkan bu sezonun bana göre dahi yönetmenleri. Bu yazımda Engin Alkan ve dehası benim konum. Diğer yönetmenlerle ilgili de ileride yazmaya devam edeceğim.


 
Bu yazımda anlatmaya çalışacağım oyun İlk Oyun “Çürük Temel”. Oyunu dehasıyla Engin Alkan yönetmiş. Düşünce gücünün yelpazesinin genişliği Türk Tiyatro Tarihi’ne altın harflerle yazılacak. Yönetmen, oyunu cümle cümle, kelime kelime değil harf harf işlemiş. Dekorun simgeselliği ise muhteşem. Değerli okuyucularım, değerli kardeşlerim bilirler benim dünyamda da herşey simgedir. Oyunun altyazısını, satır aralarını okumak hem de çok dikkatli okumak gerekmekte. Bir  oyun hakkında yazı yazmadan önce en az üç kez izlerim. Bu oyunu her izleyişimde, oyunun en başında sahneye girişlerinde oyuncularla göz göze gelemedim. Ne demek istediğimi izlediğiniz zaman anlayacaksınız. Siz de bakışlarınızı nasıl kaçırmak gerektiğini bilemeyeceksiniz. Oyunun ilk saniyelerinden itibaren etkisi altına girmiştim…  



Oyunun yazarı Emile Fabré 24 Mart 1869  tarihinde Metz’de doğdu. 1915 yılında  Comédie-Française’de  Genel Yönetici oldu. 1936 tarihine kadar aynı görevde kaldı. 1895 yılında “L’Argent” adlı oyununun sahnelendiği Theatre-Libre’in ateşli hayranlarından birisiydi.  Sosyo politik eserlerinde ya Antik Yunan’ın etkisinde kalmıştır (Timon d'Athènes, 1899)  ya da yaşadığı dönemi yansıtmıştır (Les Ventres dorés, 1905, La Maison d'argile, 1907, Un Grand bourgeois, 1914 ).  Eserleri ilgili döneme bağlı olarak tanıklık görevlerini yerine getirmiştir. Yönetmen olarak da  çalışmaları olmuştur. Balzac’ın hayranlarından birisiydi. 1939 yılında “La Rabouilleuse” oyununu Comédie Française’de uyarladı.1943 yılında Balzac’dan “Vidock” eserini sahneye koydu.Emile Fabré 25 Eylül 1955’de Paris’te vefat etti. Eserleri : L'Argent (1895), Timon  d’Athenes(1899), Les Cadeaux de Noël, La Vie publique, Les Ventres dorés (1905),  La Maison d'argile (1907),  Les Vainqueurs (1908),  Les Sauterelles (1911), Un grand bourgeois (1914),  La Maison sous l'orage (1920), Vidocq chez Balzac.




  Oyunun çevirmeni Hüseyin Suat, 1867’de İstanbul’da doğdu. Babası Ali Rıza Bey, annesi ise Fat­ma Neyyire Hanım’dır. Şair, öğrenimini sırasıyla Molla Gurânî Mahalle Mekte­bi, Balıkesir İptidâî Mektebi, Beyazıt Rüştiyesi, Drama Sancağı Rüştiyesi ve son olarak da Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’de yaptı. 1886’da Mekteb-i Tıbbiye’den mezun olduktan sonra, Midilli Belediye Doktoru olarak 3 yıl çalıştı. Ardından İstanbul Üçüncü Belediye Doktorluğuna atandı. 1893’te tıp alanında uzmanlaş­mak üzere Paris’e gitti. 1895’te İstanbul’a döndü, Kadıköy Onuncu Belediye Dairesi Doktorluğuna atandı. 1898’de Suriye Vilâyet-i Sıhhiye Müfettişliğinde görevlendirildi. On yıl Şam’da kaldıktan sonra 1908’de İstanbul’a döndü. Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliğine seçildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’ya gitti. Doktor olarak Anadolu’nun değişik yerlerinde görev yaptı. 1921’de Yunus Nadi ile birlikte Kalem dergisini çıkardı. Cumhuriyet’in ilanından sonra Deniz Yolları Vapurlarında doktorluk yaptı. 21 Mart 1942’de vefat etti. Kalem dergisinde "Gâve-i Zalim" adıyla mizahi yazıları yayımlandı. Darülbedayi'nin kuruluşunda büyük katkısı oldu.     "Yüzlerdeki sahte gülücüğü, maskeyi kaldır; gözyaşlarının bak ne acı izleri vardır! ".  Tiyatro Oyunlarına gelince; “Şehbal Yahut İstibdatın Son Perdesi (1908), KirliÇamaşırlar (1910), Ahirette Bir Gün (Yayımlanışı :1910),  Deva-yı Aşk (Yayımlanışı : 1910 ), Çifteli mikroplar, Hülle, Yamalar, Kayseri Gülleri, Tayyare, Küçük Kedi. 

Oyun günümüz Türkçe’sine Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş tarafından aktarılmış.  Dramaturg olarak Sinem Özlek mutlaka çok çalışıp çok uğraşmış ve mükemmel bir iş başarmış. Yanında dahimiz Engin Alkan ile beraber zirveye çıkmış ... Kutlarım...

Sahne ve ışık tasarımında Cem Yılmazer ürettiğiniz iş tam kelimeyle mükemmel... Yukarıda da bahsettiğim gibi simgelerle beraber ben bir duygu şelalesi içine girdim. Yıllanmış bir şarabı tadar gibiydim her simgeyi fark etmeye çalıştığımda. Oyuncuların da işleri kolay değil yalın ayak taşların üzerinde oynamak, yerde savrulurken eminim ki o taşlarla saç vücut her yerde karşılaşılabilir.  Kostüm tasarımında Duygu Türkekul, dahi yönetmenimiz ve Cem Yılmazer ile beraber o kadar önemli bir koordinasyon sağlamış ki kutlarım. Efekt Tasarımda, Özgür Yaşar İşler muhteşemdi. Ustaların ustası Selim Atakan her zamanki gibi mükemmel bir iş çıkarmış.  

Ayşegül Çelik tarafından yazılmış olan “Ölmeyi Bilen Adam Muhsin Ertuğrul” kitabında oyundan bahsedilirken ilginç iki paragraf yakaladım. “ Ağustos sonunda dersler yeniden başladıysa da, kimsede huzur yoktu. Victor Hugo ve Ruy Blas’tan yapılan bir çevirinin bölümlerinden oluşan bir temsil hazırlandı ama Darülbedayi’nin, halka açık ilk temsili 20 Ocak 1915’teki “Çürük Temel” oldu.” ...  “ Dekorunu 7.500 kuruşa Rozental Efendi’nin yaptığı oyun, Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti yararına düzenlenen gecede perde açtı. Koltukların ilk dört sırası 25, öteki sıralar 20, sandalye 15, duhuliye 5, localar ise 108 kuruştan satışa çıkarıldı. Oyun Perşembe öğleden sonra saat bir buçukta hanımefendilere ve akşam dokuzda beyefendilere sahnelenecekti. Özel olarak hazırlanan broşüre, “On yaşından aşağı çocuklar tiyatroya kabul edilmez.” uyarısını koydular.”  
 



Bu arada Can Yayınları tarafından çıkarılan Ayşegül Çelik tarafından yazılmış olan “Ölmeyi Bilen Adam Muhsin Ertuğrul” kitabını hararetle tavsiye ederim. 

Oyunun sonunda selam öncesi maskelerle gelen sürpriz unutulamaz... Yüzüncü yıl nedeniyle hazırlanan bu oyunun bu jesti bir vefa, bir hoşgörü, bir saygı, insanların tüm iletişimleri kapadıkları bu devirde bir duygu çoğalması ve patlaması. Dahi düşüncenin bir örneklemesi daha...

Oyunculara gelince... Sular, şelaleler gibi sesinin buğulanmasıyla, mimikleriyle, bakışlarıyla, virtuozitesi ile Oya Palay bir “Grande Dame”. Sahneye çıktığı ilk saniyeden oyunun bitimine kadar seyirciyi avucunun içine alıyor ve bırakmıyor. Yönetmen ve oyuncunun eskiden de beraber çalışmış olması  tabii ki bir çeşit alışkanlık da getirir. Bu konuyu her ikisi de çok güzel değerlendiriyorlar. Zirvede bir oyuncu ve zirvede bir rol. Ben şimdiden gelecek oyununu beklemeye başladım. Belki bir yönetmen bu yazımı okur ve önereceğim “Sevinç Ve Sevgi-Lettice and Lovage - Peter Schaffer” tekstini sevgili Oya Palay’a uzatır. Kim bilir !!! Bu oyun henüz İstanbul’da oynanmadı ne yazık ki.

Kim bilir dahi yönetmenle çalışmak hem ne kadar zordur, hem de ne kadar faydalı. Derya deniz bilgili bir yönetmen kim bilir oyunculara neler katar ?

 

Hani bazı oyuncular vardır, oyunun rol dağılımını incelediğinizde yüzünüzde bir rahatlık, bir inanış, bir sıcaklık, bir gülümseme beliriyorsa o oyuncu bir şekilde ailenizden birisi gibidir. İşte Yeşim Koçak benim için bu tarz bir oyuncu. En son oynadığı “Vakti Geldi” oyununda müthiş bir oyunculuk örneği vermişti. Yolu açık olsun. Çok büyük başarılar onu bekliyor.

Bazı oyuncular vardır, onunla konuşmak ve onu tanımak istersiniz ama hep bir neden yaratıp elinizde imkanlar varken kaçarsınız… Röportaj yapmak istediğinizi söyleyemezsiniz bile. İşte Mert Tanık benim için böyle bir kişi. Tüm oyunlarını defalarca izlediğim, başarılarını ayakta alkışladığım büyük bir yetenek. Bu oyunda da her zamanki gibi mükemmel.

Mustafa Barış Koçkar, Dolunay Pircioğlu, Samet Hafızoğlu, Nurdan Gür ekip çalışmasında bütünlüğü muhteşem bir şekilde gösteriyorlar. Tebrikler… Tebrikler…

Bu oyunu sakın kaçırmayın. Mutlaka izleyin. Emeği geçen herkesi kutlarım. Tüm güzellikler, tüm başarılar, tüm ödüller sizlerle olsun. 



"Oğlum bana düşman, zevcim oğluma düşman, hemşire hemşiresine düşman… Ya kızım, ya oğlum, ya kocamı fedaya mecburum. Hangisinin feda olacağını da yine ben tayin edeceğim. Ya nankör bir zevce, ya gaddar bir anne… Benim kabahatim.. Hep benim kabahatim.. İşte gerdanlığım, Alın… incilerim, elmaslarım, Alın hepsi sizin olsun. Paylaşın… Paylaşın… Paylaşın… Paylaşın…"           

Bayramımız Kutlu olsun.

“Sevgi-Saygı-Hoşgörü”

“C’est La Vie !” yani “Hayat Bu !”

Can Murat Yaşar Şengel

29 10 14

28 Ekim 2014 Salı

13 EKİM 1950 LAPA LAPA KAR YAĞIYOR ESKİŞEHİR’DE… ALKAZAR BİR GÜN ELBET BULUŞACAĞIZ… BİR DOĞUM GÜNÜ KUTLAMASI… YENİ BİR DOĞUM, TİYATRO ASHK… SENİ ÇOK SEVİYORUZ OSMAN ŞENGEZER…


Ekim ayı benim dünyamda hep hasretle beklediğimiz tiyatro sezonunu temsil etmektedir. Bütün yaz tatili geçmiş ciddi bir özlem sarmıştı içimizi.  08 Ekim 2014 tarihinde sezonu çocukluğumuz, gençliğimiz ve bugünümüzü paylaştığımız ve bu sezon yüzüncü yılını kutlayan aşkımız, ruhumuz, huzurumuz, elimizdeki gelmiş geçmiş en kıymetli hazinelerimizden birisi İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ile açtık. İlk hafta “Cibali Karakolu” oyununda Zihni Göktay’a saygıyı, “Lillian” oyununda Aliye Uzunatağan’ın şahsında bir “Grande Dame” kişiliğinin aynı zamanda mütevazılıkla harmanlanmasını, “Çürük Temel” oyununda bir dahi yönetmen olarak gördüğüm Engin Alkan’ın mucizesini ve Oya Palay’ın tiyatro kariyerinin en tepesindeki virtuozitesini avuçlarım kızarıncaya kadar ayakta alkışladım. Rotary Jürisi olarak işimizin bu sene bayağı zor olacağına eminim. Bu oyunlarla ilgili yazılarımı ilk fırsatta okuyacaksınız.

Benim değerli okuyucularıma bir özür borcum var. Geçtiğimiz sene çok kısıtlı sayıda yazı yazabildim ama bu sene her hafta en az bir yazı yazmaya çalışacağım. Bu arada geçen sene başladığı halde yazamadığım oyunların yazıları da sırada…   

 Bunun dışında Ekim Ayı benim özelimde sevgili anneciğim ve babacığımın evlenme günlerini de içinde muhafaza etmekte ve korumaktadır.




Tarih : 13 Ekim 1950
Yer : Eskişehir Orduevi
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Düğüne davetliler gelmekteler. İkram o günün şartlarında pasta ve limonata. Öğretmen Suhandan Süheyla ve Kıdemli Üsteğmen Mehmet Sıtkı’nın Düğün Töreni.
Şu anda yaşasalardı bugün altmış dördüncü yıldönümlerini kutlayabilirdik. Ben onlar yanımdaymış gibi her sene bu günü kutlarım tabii ki pasta ve limonata ile.

Sevgili anneciğim ve babacığım,                                                                                                                  Bugünü ben de bir milat olarak kabul ediyorum. Hayatımda bugünden itibaren yeni bir sahife açıyorum kendime her  şeyden fazla önem vermeye başlayarak… Belki biraz geç bir karar olsa da ...            
                                                                                                                                                                                     Belki kalabalıklar içindeyim, belki de tükenmeyen yalnızlıklar…                                                                 Belki iyi niyetimden ve dürüstlüğümden ötürü olumluluklar içindeyim, belki de olumsuzluklar…                                                                                                                                                        Belki saflığımdan ve temizliğimden ötürü bembeyaz bir dünyanın içindeyim belki de karanlıklar…                                                                                                                                                                  Belki yarından itibaren herkese çok yakınlardayım, belki de çok uzaklar...                                                                                                                                                          Belki geleceğe yönelik büyük umutlar içindeyim, belki de büyük umutsuzluklar…
Ne güzel yazmış Çiğdem Talu “Herkes bir şey aldı götürdü benden… Kimi umutlarımı, kimi hayallerimi, kimi en güzel duygularımı…”   


 
Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu fuayesine girdiğimiz zaman iki detay benim için çok önemlidir. Muhsin Ertuğrul’un çalışma masası ve Tepebaşı Dram Tiyatrosu maketi. Her gidişimde bu iki detayı uzun uzun incelerim. Belki anılarımda nice oyunlar izlediğim Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nu yaşamaktayım. Üçüncü bir detayı son gittiğimizde göremedim. Büyük duvardaki şu anda hayatta olmayan sanatçılarımızın fotoğraflarını gözlerim aradı. Mutlaka bir başka şekilde bu fotoğraflar yeniden karşımıza çıkacaklardır. Söylemek istediğim Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu fuayesinde ben bir ritüel uygulamaktaydım kendi kendime, önce Muhsin Ertuğrul bölümünde, daha sonra maketin önünde ve en sonunda sanatçılar önünde bir saygı duruşuydu yaptığım kendi dünyamda… Şehir Tiyatrolarımızdan bahsetmişken çok kıymetli çalışmalar yapmış olan Hilmi Zafer Şahin görevini Erhan Yazıcıoğlu’na devretti. Erhan Yazıcıoğlu gençliğimizin idolü, her rolün üstesinden başarıyla gelen bir ağabeyimiz. Anılarda gezmeye devam ediyorum;  “Hepsi Oğlumdu”, “Düğün Ya Da Davul”, “Vişne Bahçesi”, “Keşanlı Ali”, tabii ki “Misafir” , ve en son oynadığı “Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum” defalarca  kim bilir kaç kez izledim. Yolu açık olsun… Başarılar onu bekliyor, tırnaklarıyla kazıyarak bu göreve geldiği, yıllarını, kısacası hayatını adadığı bu kurumda…



Beyoğlu, canım Beyoğlu’m … Bir adam yürümekte yavaş yavaş. Gizli bir kamera olsa ve bu adamı takip etse adamın demir bir kapının üzerindeki kilide oradan her geçişinde dokunduğu görülür. Sessiz bir şekilde “Alkazar seni istiyorum.” diye fısıldar. Ustalarım sevgili Nisa Serezli ve Tolga Aşkıner’in kendi adlarına tiyatrolarını kurduklarında ilk kez sahne aldıkları salonun kapısında kocaman bir kilit var şu anda. Bir rüya belki, kim bilir belki bir gün Alkazar’ın kapıları tiyatro olarak yeniden açılır, sahibi bulunduğum “Tiyatro Caniko” da orada sahne alır.

Tiyatro Caniko’ya gelince bu sezon yirmi üçüncü sezonunu kutlayacak, Türkiye’nin en uzun soluklu amatör tiyatrosu olarak. 06 Aralık 2014 tarihinden itibaren kendim yazıp yönettiğim  ve yıllardır oynadığım , hayatımı konu alan “Çok Özel Bir Yaşama Dokunuş” devam edecek. Yeni oyunumuz ise sürpriz… Seyircilerimizin uzun süre etkisinde kalacakları bir oyun. Yakında oyun ile ilgili bilgileri paylaşmaya başlayacağım ama şimdilik sürpriz olarak kalsın… 



Bir de doğum haberim var sizlere sevgili dostlar…  Sevgili Hüseyin Köroğlu ve Şenay Saçbüker’in kurdukları Tiyatro Aşhk. Kadıköy Haldun Taner Sahnesi yanılmıyorsam 1993 yılıydı. “Altı Derece Uzak” oyunuyla ilk kez izlediğim, “Arka Bahçe” oyunuyla yönetmen olarak en son takip ettiğim  Hüseyin Köroğlu, yolunuz açık olsun bir ağabeyiniz olarak  her zaman yanınızdayım. Bunca yıldır, geniş yelpazedeki birikiminiz, hem oyuncu hem de yönetmen olarak deneyiminiz, kendi adlarınızı (Alara-Şenay-Hüseyin-Köroğlu) verdiğiniz tiyatronuza mutlaka en üst düzeyde yansıyacaktır. Bu arada benim şahsi görüşüm belki de biraz geç verilmiş bir karar olduğudur… Ve, Şenay Saçbüker bana göre tiyatromuzun enerji kaynağı… “Kanlı Nigar”, “Kozalar”, tabii ki “Lüküs Hayat” ve “Arka Bahçe” unutulamaz… Tiyatro Aşhk “Tatminkar Ödül” oyunu ile sahnelerde. Carole Frechette yazmış, Ece Okay çevirmiş. Bu arada, Hüseyin Köroğlu’nun “Işığa Yürüten Adam” gösterisini de merakla bekliyoruz Tiyatro Aşhk’tan. Muhsin Ertuğrul'un "Tiyatro alanı bir ihtisas, bir aşk, bir ihtiras alanıdır" cümlesiyle, yüzünü aydınlığa dönerek yola çıkan Tiyatro Aşhk’a başarılar diliyorum.  Yolunuz açık, alkışınız bol olsun. Oyunları izledikten sonra onları da okuyucularımla paylaşacağım.      

 


 
Geçtiğimiz hafta, bir de olumsuz bir haber geldi. Sevgili Osman Şengezer beyin kanaması geçirmişti. Dualar ettik tüm sevenleri. Cumartesi günü ziyarete de gittim. İyi olacak, daha iyi olacak… Dualarımız sizinle sevgili Osman Şengezer… Sizi çok seviyoruz…

 Bu arada, haftalık yazılarımın dışında da çalışmalarım devam etmekte. Ustalarım Nisa Serezli ve Tolga Aşkıner’in teatral biyografileri “Hişt ! Nisa Seninki Geliyor !” hızla ilerliyor. Röportaj serisi olan “Anket Defteri” de devam etmekte.

“Sevgi-Saygı-Hoşgörü”                                                                                                                                                                                                                 “C’est La Vie!” yani “Hayat Bu!”
21 10 14

Can Murat Yaşar ŞENGEL

cansengel@hotmail.com      cansengel@gmail.com